16 Temmuz 2013 Salı

GİZEM KOKAN BİR KITA: MU!



Birçoğunuz Mu adlı kayıp kıtayı duymuşsunuzdur. Kimileri inanır, kimileri saçma bulur. Ben inananlardanım ve size bu kıtayı anlatmak istiyorum.

Mu… Buram buram gizem kokan bir kıta.

Mu Asya ve Amerika arasında yani Pasifik Okyanusu’nda büyük bir kıtaydı. Mu Kıtası hakkında ilk araştırmaları yapan Colonial James Churchward’a göre Mu, doğudan batıya 8 bin, batıdan doğuya 5 bin kilometre uzunluğunda dev bir adaydı. Yaklaşık 70.000 yıllık uygarlık geçmişinde dünyada bir çok koloniler ve imparatorluklar oluşturmuştu. Ayrıca doğayı da korumuşlardı. Churchward, doğal güzellikleri ile buranın Tevrat’ta geçen ‘Aden Bahçeleri’ olduğunu savunmaktadır. Mu, yemyeşil vadilere, sakin akan masmavi akarsulara sahip tropikal bir adaydı. Ama zaman içinde yerde meydana gelen çatlardan ve su kaynaklarından su buharı yükselmeye başladı. Sık sık meydana gelen ama yıkıcı etkisi olmayan depremler ise yer kabuğuna oldukça zarar verdi. Böylece Mu, dağlık bir ada haline geldi.

Mu halkı ise ekonomik bir sıkıntı çekmeden rahatça yaşıyordu. Verimli tarım alanları ve tropik meyveler sayesinde günlük ihtiyaçları için pek fazla çalışmalarına da gerek kalmıyordu. Belki de bu yüzdendir bilmem, Mu’da maddiyata önem verilmez, mallar paylaşılırdı. Ayrıca ilk dönemlerinde alışverişte para ya da benzeri bir şey kullanılmazdı. Maneviyata verdikleri önem sayesinde, şimdi çok az kişinin yapabildiği Astral Seyahat, Çift Bedenlenme, Durugörü ve Telepati gibi özellikler oldukça yaygındı.

 Mu’luların inançları Tek Tanrılı dindi. Bu dinin temeli; Tanrı’nın tek oluşuna ve ruhsal gelişim için sürekli olarak tekrar doğma inanışına dayanıyordu. Bu dinin öğretimini Naakaller adı verilen rahipler üstlenmişti ve sembolizme dayanan bir öğretim biçimi vardı. "Ra" sözcüğü güneş anlamına gelirdi ki, daire ile ifade edilen güneş sembolü, bir ad ve sıfat vermek istemedikleri, "O" diye hitap ettikleri Tek Tanrı'yı simgelemede kullanılırdı; Mu imparatoru da “Mu’nun güneşi” anlamında Ra-Mu adıyla ifade edilirdi. Ra sözcüğü sonradan diğer kıtalara ve Atlantis yoluyla Mısır'a da taşınmıştır. Yani o “meşhur” Ra’nın kökeni Mu’dur arkadaşlar, Mısır falan değil.

Ayrıca Mu’lular teknolojik açıdan da oldukça ilerlemiştir. Bir teze göre Mısır piramitlerinin yapılan göçler sonrası, Mu’lu bilim adamları tarafından havanın kaldırma kuvveti kullanılarak yapılmıştır. Çünkü piramitlerin yapımında kullanılan taşlar çok ağır olmakla birlikte en yakın kaynakları kilometrelerce öteydi.

Atatürk’ün Türk Tarih Tezi’ne göre ise Türkler Orta Asya’ya Mu’dan göç etmişlerdir. 1930’lu yıllarda ileri sürdüğü bu tez için Tahsin Beyi Meksika’ya göndermiştir. Tahsin Bey’in görevi Türklerin Mu kaynaklı olduğuna dair belge ve kanıt toplamaktı. Tahsin Bey ilk başta Churchward’ın kitapları inceleyip onları Atatürk’e gönderdi. Atatürk ise 60 kişilik bir tercüme heyeti kurdurarak bu 4 kitabın tercümesini yaptırdı ve bunlar üzerinde çalıştı. Çoğu kitabına yaptığı gibi bunları da okurken önemli yerlerin altını çizdi, kitabın yanına notlar aldı. Atatürk bu çalışmalarını tamamlayıp kamuoyuyla paylaşmak istiyordu fakat buna ömrü yetmedi. Ne yazık ki Atatürk’ün bu çalışmaları 1938’den sonra unutulmuş ve yeni yeni gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.

Churchward kitaplarında antik uygarlıklarla (Mısır, Sümer, Maya) beraber Uygur Türklerinin de Mu kökenli olduğunu savunuyordu. Tahsin Bey ise yaptığı araştırmaları dahilinde Mayalar, Aztekler, İnkalar ve Kızılderelilerin de Türk kökenli olabileceğine dair ipuçları yakaladı ve bunları Atatürk’e rapor etti.

Tahsin Bey’in yazdığı 14 rapor 3 cilt defter halinde Türk Dil Kurumu Kütüphanesi’nde muhafaza edilmektedir. Ayrıca Atatürk’ün itinayla okuduğu 4 kitap önce TDK arşivine daha sonra Anıtkabir Kitaplığı’na alındı. Söz konusu bu kitaplar Anıtkabir’de Atatürk’ün okuduğu kitaplar bölümünde durmaktadır.

Ve bundan 12.000 yıl önce Mu adlı bu efsanevi kıta, Pasifik’i sularına gömüldü. Mu’nun batışı Meksika’daki Theotihuacan Palenk Mabedi Piramidi’nin duvarına kazınmış bir yazıda şöyle anlatılıyordu:

“Kaan yılı, Zak ayı II Maluk günü başlayan korkun yer sarsıntısı, 13 Şuen’e kadar devam etti Mu kıtası felakete kurban gitti. Mu ülkesi iki kere kalktıktan sonra bir gece çöktü. Üstünü sular kapladı. Toprak birkaç defa havaya kalktı ve oturdu. Felaket, 64 milyon insanın ölümüne sebep oldu.”

Mu Zek ayının 13.Cuma günü batmıştı. O günden sonra insanlar bu günü uğursuz saydı. (Tabi ki başka nedenleri de var. Zaten bir sonucu doğuran tek bir sebep olmaz.)

Şimdi neden battığına gelelim. Aslında şu an yapılmak istenilen ile benzer bir sebebi var: Teknolojinin zirvesine çıktılar ve inançlarını kaybettiler! Son yüzyılda hatta 50 yılda ne kadar geliştiğimizin farkındasınız değil mi? İlluminati Yeni Dünya Düzeni’ni kurunca ne olacak sanıyorsunuz? Özgürce dinlerimizi yaşamamıza izin vereceklerini mi? Kesinlikle hayır. İtiraz eden birkaç toplumun kökünü kuruttular mı tamam. Benzer şeyler olacak. Daha önce değinilen bir tez vardı. Empire State binasının yıkımından sonra olacak şeyler. 3. Dünya Savaşı ve kıyamet. Biliyorsunuzdur büyük ihtimalle. Yine aynı şey olacak. Dünya birkaç kere daha teknolojinin zirvesine çıktı ve geri sıfırlandı. Şuan sonumuza yaklaşıyoruz!

Konu yine dağıldı devam edelim. Yıkılışta Teşevvüş denilen bir olay da etkisini gösterdi. Bu ikiye ayrılır. İlki bedenin terk etmesiyle yaşanandır. Bu kısaca ölüm ile Spatyum’a (Ruhçuluğa göre maddenin üç halinden farklı hallerde olup, daha akıcı, daha az yoğun ve titreşimleri çok fazla olan maddedir.) derhal uyum gösterememesi sonucu oluşur. Dünya evi alışkanlıklarını bırakamamasına, Spatyum’da olduğunu idrak edememesine bağlı yaşadığı şaşkınlıktır. İkincisi ise insanın realite değiştirmesine bağlı yaşadığı teşevvüştür. İnsan realite değiştirirken bir geçiş dönemi yaşar. Ne yeni alışkanlıklara adapte olabilmiştir ne de eskisinden kopabilmiş… Eski fikirlerini tam değiştiremediği bu evre teşevvüştür. Bu bocalama ve şaşkınlık hali bireyler için geçerli olduğu gibi toplumlar için de geçerlidir. Bunu atlatamayan toplumlar çöküş sürecine girer. Bakınız: Mu, Atlantis ve Empire State olayından sonraki gelişmeleri takip edince şimdiki medeniyet.

Ayrıca Kur’an Kerim’i incelediğimizde Yok edilen Ad Kavmi ile Mu’nun çok benzediği göze çarpmakta ve akılla ‘Acaba Nuh Peygamber Mu’ya mı yollandı?’ sorusunu akıllara getirmektedir.

Tarih tekerrürden ibaret derler ya, eğer biz tarihi bilirsek, tarihten ders alırsak tekerrür etmez. Lütfen uyanın. Gözlerinizi açın. Bu evrende tesadüfe yer yoktur.


Zeynep Sina ERSAN
Bilim ve Sanat Merkezi / 8-A