19 Aralık 2011 Pazartesi

Zaman mı Geçip Giden Yoksa Biz mi?



“Zamanla yarışıyoruz.
Yolun başından bir an önce büyüme telaşıyla, sonraları ayak dirememize rağmen artan bir tempodan ve sona doğru zamanın nasıl böyle çabuk akıp gittiğine akıl erdiremeden, çokça pişman ve bir hayli küskün bir edayla tüketiyoruz onu.” diyordu bir yazısında Can Dündar.
“Biz onu tükettik sanırken aslında onun bizi tükettiğini fark ettiğimizde vakit çok geç oluyor.”

Yakalamaya çalıştığımız, kaçırdığımız, bazen de kaybettiğimiz bir şeydi zaman.
Payımıza düştüğü kadarıyla soluğunu hissederken kimimiz ve yetmezken yirmi dört saat, planlayamayız kimimiz de gerektiğince.
Erteleriz.
Acele etmeyiz.
Unuturuz.
Yetiştiremeyiz.
Oysa ki,
Hedeflerimize, isteklerimize ulaşmak için var olan zaman boşa geçirilmeyecek kadar değerlidir. İçinden akıp gidense kendi yaşamımızdır.
Biliriz de, “zaman mı bizi yönetiyor biz mi zamanı” fazla irdelemeden bırakırız kendimizi akışına.
Statik,
Dinamik ya da…
Algıladığımız yönüyle gelişir yaşam felsefemiz.
Verimli kullanmaksa kişinin inisiyatifinde.
Düşünerek, üreterek ve bitmek bilmeyen bir arayışla insanın yeteneklerini geliştirmesi, insan olmasının bir sonucu olarak; kendisine, topluma ve yaşama bir katkı sunması demek.
İşte en çok da bunun için önemli zamanı etkili kullanmak.
21. yüzyılda yeni değişimlerle baş döndürücü bir hızla geçen zaman ayak uyduramadığımızda esir alıyor bizi.
Oluşan boşluk yeni oluşumları beraberinde getiriyor; yaşanmamış “an” ları ve “pişmanlıklar” ı…
Yaşamın kontrolünü elimizde tutmak gerekiyor, başka bir dünyaya bırakmamak için güzel günleri...
Ve bir Afrika atasözü:

“Her sabah Afrika’ da bir ceylan uyanır.
En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir.
Her sabah Afrika’ da bir aslan uyanır.
En yavaş ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır.
Aslan veya ceylan fark etmez.
Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur…”

İl Gazetesi
24 Şubat 2009


***********
04.07.2010