20 Aralık 2011 Salı
ACAYİP ŞİİRLER
Bundan sekiz, dokuz yıl önce annemi ziyarete gittiğimde eski kitapları karıştırırken 16 – 17 yaşımda yazmış olduğum şiirlerin bulunduğu bir defter elime geçti. Sayfaların arasında “Ne İçin Yazdığımı Bilmediğim Şiirler” başlığı altında bazı şiir denemelerimi buldum. Bunlara şiir denebilir miydi? Bilmiyorum. Ama bazıları gerçekten çok hoştu. (Ya da bana öyle geliyordu.) Sonradan bir iki ekleme veya eksiltme ile bir çoğunu yeniden kaleme aldım. Bu türde ilk yazdığım şiirimi sizlerle paylaşmak isterim.
“Saklambaç”
“Sen yok musun sen? / Aaa… / Yoksun! / Nereye gittin sevgilim? / Ateş böceği gibisin. / Bir görünüp, bir kayboluyorsun. / Ne o? / Saklambaç mı oynuyoruz?”
Gençliğimde ismini koyamadığım ve ne için yazdığımı bilmediğim şiirler diye adlandırdığım şiirlere şimdi “Acayip Şiirler” deniliyor. Cansever Eyüboğlu tarafından hazırlanan bir de antolojisi var. (Unutulmayan Acayip Şiirler Antolojisi, Akdeniz Kitabevi, 1. Basım: Ağustos, 2003) Bu antolojide kimler yok ki? Eskilerden: Yunus Emre, Mevlana, Kaygusuz Abdal, Karacaoğlan, Üstadlardan; Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Ümit Yaşar Oğuzcan, tabi ki; Can Yücel, Özdemir Asaf, Neyzen Tevfik ve daha niceleri unutulmamış. Antoloji’nin önsözü Tuncer Uçarol tarafından hazırlanmış ve “Acayip Şiirler” için bakın ne diyor. “Üstelik bu acayip şiirlerin çoğunun da, şiir mi, gülmece mi olduğunu pek kestiremeyiz. O da başka. Acayip… Tuhaf… Alışılmadık… Garip… Uçuk… Bir hoş… Değişik… Yabancı… İşte! Dilimiz de çok zengin bu yönde. Sanki bizler de epey öyleyiz… …Siz de onları okurken, kendi acayip (biricik, doğal) yapınıza göre seçeceksiniz. Kimini beğenecek, kimini burunlamayacaksınız… Zaten şiir de öyledir. Kimisi başarılı, kimisi sıradandır. Ama bu şiirlerin; dil, Türkçe, anlam, saçmalık, şiir oyunları, toplumu ve doğayı (giderek bireyi, kendini) eleştirip alaya alması, şiiri sınama, jimnastik yapma olanakları var. … Kentli, köylü, hemen her ozanımızda da bu şiirleri bulabilirsiniz. Öteki ülke ozanları da bunun dışında değil. Herkesin gönlüne göre, bir düşünmece / gülmece şölenidir. Acayip Şiirler. Ve toplumun aynasıdır. Alınmaca / utanmaca yok…” Antolojiden çok sevdiğim bir iki şiiri sizlerle paylaşmak isterim. İlk örnek (yabancı demeye dilim varmıyor, o kadar kanıksamışız ki, çok ünlü bir ustadan... ) Bertolt Brecht’ten:
“M. İçin Mezar Yazıtı”
Köpekbalıklarından kurtuldum. / Öldürdüm kaplanları. / Yiyip bitirdi beni / Tahtakuruları.”
Bir de bizden, Ümit Yaşar’dan sanki atasözü gibi girmiş dilimize.
“Ağır İşçi”
“ En ağır işçi benim / Gün 24 saat seni düşünüyorum.”
Meraklısına not olarak söylüyorum Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Dalgın Ölü” ve “Kadın Göğsü” şiirlerinin tadı bir başka. Bu antolojideki örnekleri Sunay Akın’ın “Kırmızı” “şiiri ile sonlandırıyorum.
"Kırmızı"
Sevgilim kızma sakın / ve lütfen yanlış anlama / kırmızı rujunu sürünce / paramın yetmediği / elma şekerleri / geliyor aklıma”
Antoloji’de belirtildiği gibi “Üstelik bu acayip şiirlerin çoğunun da, şiir mi, gülmece mi olduğunu pek kestiremeyiz.” sanırım uzun yıllarda kestirilemeyecek. Bu sıkıntıları yaşayan genç yaşta yitirdiğimiz büyük şair Orhan Veli Kanık zamanında bakın neler söylemiş?“...Bu ciddi insanlar karşısında duyduğum üzüntü bana, şairliğimi düşündüğüm zaman daha ağır geliyor. Kimi zaman da “Ne olurdu, diyorum. Ben de onlar gibi ciddi olabilseydim!” O zaman ciddiyeti emeğimde aramayacak, şatafatlı edamla yetinip rahat edecektim. Öyle olabilseydim her halde Rakı şişesinde balık olsam demezdim. Ciddiyeti manasında olan sözler söyler, nutuk gibi şiirler yazardım. Varsın şiir olmasın, Rakı şişesinde balık olsam diyeceğime, meselâ insanlık kan ağlıyor der, daha çok ciddiye alınırdım. (Orhan Veli Kanık, Varlık, sayı:321, 1947) Acaba O. Veli Kanık’ın şairliği konusunda ciddiyete alınmamış mıydı? Sanmıyorum. Ama “Sevdaya mı Tutuldum?” adlı şiirine bir bakalım.
"Sevdaya mı Tutuldum?"
“Benim de mi düşüncelerim olacaktı,/ Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,/ Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?/ Çok sevdiğim salatayı bile/ Aramaz mı olacaktım?/ Ben böyle mi olacaktım?”
derken, insanlar tarafından ağlayıp, sızlanmayı, bol gözyaşı ve hıçkırıklarla anlatılan sevdaya tutulma eylemini, çok sevdiği salatayı bile aramama eylemi ile anlatarak, işe biraz mizah, biraz da basite indirerek, daha güçlü anlatmıyor mu? Bu şekilde o kadar çok şiiri var ki, hepsi bir diğerinden güzel. Örnek mi? Dalgacı Mahmut, Eskiler Alıyorum, Bayram, Şoförün Karısı, Kuyruklu Şiir, Sakal, Kitabe-i Seng-i Mezar, Dedikodu. Hikayeci olarak tanıdığımız Vüs’at O. Bener’de Yapı Kredi Yayınlarından 1. Baskı: İstanbul, Ekim 2004 yayımlanan “Manzumeler” kitapçığında yayımladıklarını ısrarla şiir sınıfına sokmamış. Baştan sona ironi dolu dizelere “Manzumeler” demek onun için yetmiş. Bir tanesini paylaşıyorum, kararı siz verin.
“Sitem”
Nur içinde yat anacığım / mecbur muydun beni doğurmaya / bir daha yapma.
Okuyunca, yazınca insan daha çok seviyor bu tür “Manzumeler”i veya daha çok sevdiğim anlatım biçimiyle “Acaip Şiirleri”. Bana bu tür şiirler farklı ve güzel geliyor. Bazen yazılan o bir iki satır, yanardağdan akan lav gibi beni içine çekip, eritiyor. İçinizde bu tür şiirleri okuyup yazanınız var elbet. Ben biraz da bunlardan uzak duranları, bunları şiir sınıfına sokmayanlara, bu acayip şiirleri okumaya davet ediyorum. Okuyun hatta yazın, bakın çok seveceksiniz.
Osman Yavuz İNAL
***************
08.01.2011