18 Aralık 2011 Pazar

SANAL ALEM AHLAKIMIZI BOZMASIN

Edebiyat, sanat, hayat denince de insanın ister istemez aklına, sanatla ilk haşır neşir olduğu öğrencilik yılları geliyor.

Öğrencilik dönemim; Türkiye’nin zor bir dönemeçten geçtiği 1980’li yıllardı. Siyasal Bilimler Fakültesi de, siyasetin gündemde olduğu, karşıt grupların birbirlerinin peşi sıra okulu bastığı ve öğrenimin sık sık kesintiye uğradığı, dönemin diğer okulları gibiydi. Okulun kesintiye uğradığı veya öğrenimin sürdüğü her gün beraber olduğumuz, küçük ve eğlenceli bir grubumuz vardı. Öğrencilik yılarımda amatörce karikatür çiziyordum. Gırgır, Fırt, Çarşaf ve Çivi gibi dönemin ünlü mizah dergilerinde, hemen hemen her hafta amatör köşelerinde veya iç sayfalarda bir karikatürüm yayımlanıyordu. Mizah dergilerine yayımlanmak için verilen karikatürler, ertesi hafta bir kutuda toplanır ve amatör çizerler yayımlanmayan ürünlerini o kutudan alırlardı. Böylece diğer karikatür çizerlerinin çizdiği ancak yayımlanmayan eserlerini görürdü. Ben de çizdiğim karikatürleri okuldaki bu küçük gurubunuzla paylaşır, önerilerini alırdım. Bazen de karikatürün konusu sohbetlerimizden, şakalaşmalarımızdan çıkar, bende yaşanılan veya beraberce üretilen konuyu çizdikten sonra o güzel anları tekrar yaşardık.

Genelde mizah dergilerini okula ben getirirdim, bir müddet sonra memleketten harçlığı sürekli geç gelen bir arkadaşım da haftalık dergilerinin abonesi oldu. Tüm harcamalarını hesaplı yapan bu arkadaşım, bir gün neden mizah dergilerini her hafta aldığını şöyle anlatmıştı: “şunu çizsene dediğimizde; bilgiç bilgiç onu şu şekilde şu çizdi, daha evvel benzerleri yapıldı, her seferinde özgün olalım, diğerlerinden bir farkımız olsun diyorsun. Her hafta değişik bir konu bulmak için yırtınıp, duruyorsun. Ben de senin çizdiğin, bizimle paylaştığın konuların türevleri bir iki hafta sonra başkaları tarafından nasıl çizildiğini merak ediyorum. Sadece onları takip ediyorum.” demişti. Felsefeyi, felsefi konuşmayı seven bu arkadaşım “bak göreceksin, bu kolaycılığa, ahlaksızlığa kaçanların ömrü uzun olmayacak, bir müddet sonra kaybolacaklar.” demiş; ben de, ”onların yaptığı ahlaksızlık, onlar ahlaksız diye ben de mi ahlaksız olayım?” diye ağır bir cümle kurmuştum. Bir müddet, benim çizdiğim ve yayımlanmamış olan veya arkadaşlarımla paylaştığım ancak yayımlanmamış karikatürlerin türevlerini dergilerden takip etmiştik. Dediği kadar da konuşacak malzeme çıkmıştı.

barışkuşu

Bu olayın bir yüzü, diğer yüze gelecek olursak; yine çok severek çizdiğim bir karikatürümün benzerini, çok ünlü bir karikatürcünün benim karikatüğrümü çizdiğim tarihten yıllar önce çizip, albümüne aldığını görünce o gece uyuyamamıştım. Halbuki o konu üzerinde birkaç alıştırma yapmış, değişik çizgi ve kompozisyon çalışmaları yaptıktan sonra o konuyu bulmuştum. Ve bir iki dergide yayımlanmıştı. Karikatürdeki benzerlikten rahatsız olup, kendimi hırsız gibi hissetmiştim. Defalarca iki karikatürü yan yana koyup, inceledim. Konu ve kullanılan objeler aynı, kompozisyon farklı idi ve o karikatürü bir daha başka yerde yayımlatmadım.

Bir başka anım da; çok sevdiğim bir arkadaşımla, bir gazetenin yayın yönetmenine gittik. Çizdiğim karikatürlere tek tek baktı. Uzun yıllar ara verdiğimi ve tekrar çizmeye başladığımı söylediğimde “bu iş kuyudan kova ile su çekmeye benzer, ilk çıkan su biraz kirlidir ama suyu çekmeye devam ettikçe, suyun berraklaştığını sen de göreceksin, biz de göreceğiz.” demişti. Bu “çiz” demekti ve o akşam çizdiğim ilk karikatürü, bu güzel sözü karikatür çizim malzemeleri kullanarak yaptım. “Çini mürekkebi kutusunu kuyu, tarama ucunuise kova yapıp”, beni etkileyen o güzel sözleri çizgi ile anlattım. Yıllar sonra da aynı temayı, daha önce başka bir karikatürcünün çizmiş olduğunu görünce, anlık, kolay bulunan, bir anda akla gelen karikatürler çizmemeğe özen gösterdim. Yıllar öncesi söylediğim -o zaman ”etik” kelimesi henüz sözcük dağarcığımıza girmemiş, bu kadar yaygınlaşmamıştı ve yerine daha genel bir anlam içeren ahlak sözü veya ahlaksızlık ifadesi daha yaygın kullanılmaktaydı- “…onlar ahlaksız ise ben de mi ahlaksız olayım…" sözünü de bundan sonra ince eleyip, sık dokuduktan sonra söylemeye çalıştım.

Sanal ortamda yayımlanan, Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlüğüne girip, “etik” yazıp, arama tuşuna bastığımızda karşımıza; “1. töre bilimi, 2. ahlak, 3. ahlaki, ahlakla ilgili” ifadeleri geliyor. Bu sözcükleri sorgulayınca da, “Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları” açıklaması bulunuyor. Burada söze özellikle, sanal ortam diye başladım. Çünkü, internet kullanımı artıkça bilgiye ulaşmak çok kolaylaştı. O yüzden, yaşadığımız çağa bilim çağı denilmektedir. Bilgiye bu kadar çabuk ulaşmak, bir takım yanlış uygulamaları da beraberinde getirdi. Birilerinin çalışıp, didinip öğrendiği, üzerine kendi bilgi ve deneyimini ekleyerek yarattığı bir yazıyı, bilgiyi, kendi yazısı üzerine bir şey katmadan, yeni bir görüş, eklenti yapmadan ve kimin bilgisi/eseri olduğunu belirtmeden, internetten bul, kopyala, yazdığın yazıya yapıştır, ekle kendi düşüncen olsun (!), kolaycılığı arttı.Kopyala, kes, yapıştır bilgisayarın en çok kullanılan eylemleri haline geldi.

galata köprüsü ve tarih

Hiç kabul edemediğim başka bir durum ise, bir yazarın ya da şairin eserini alıp, kimin eseri olduğunu belirtmeden başkaları ile paylaşmak. Evet; paylaşmak güzeldir, hele paylaşılan iyi ve güzel bir şey ise, o iyilik ve güzellik paylaştıkça çoğalır. Ama, unutmamamız gereken diğer şey ise, emeğe saygı gösterilmesi gerekliliğidir. Hele kopya edilen bilgiden, eserden para, unvan, şan, şeref sağlamaya çalışmak, düpedüz hırsızlıktır. Kabul edilecek bir tarafı yoktur. Yine, etik tanımından hareketle; “toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları” ifadesine dönecek olursak; toplum içindeki davranışlar değiştikçe veya bozuldukça toplum, kendi kurallarını geliştirmeye başlar. 20 yıl evvel işe giren hiç kimse işe girerken, iş akdi yanında etik ilkeler sözleşmesi imzalamazdı. Şimdi birçok meslek örgütü ve şirket çalışanlarına veya üyelerine “etik ilkeler sözleşmesi” imzalatmak durumunda kalmış, kendilerini bu yanlış uygulamalardan korumak zorunda veya yanlışın yayılmasını önlemeye çalışmak durumunda kalmıştır. Bazı meslek örgütleri ise bu etik ilkelere aykırı davrananları uyarmaya hatta yanlışlıklarında ısrar edenleri meslekten men etmeye başladıklarını görüyoruz.

duvar

Sanat ve edebiyat dünyasında bulunanlar, etik olmayan davranışlar hususunda en hassas olunması gereken konumdadır. Ama ne yazık ki, sanatçı demeye dilimin varmadığı birçok kimse, sanat adına, sanatsızlık örneği vermektedir. Yazımın ilk paragrafının sonunda; bu tip hükümlere, "ince eleyip, sık dokumadan" birkaç kere yutkunmadan söylemeye çalışsam da maalesef değişik şekillerde sıkça karşılaşmaktayım.

Sanatçının, her olaya karşı saygın bir duruş göstermesi gerekmektedir. Bu, sanatçı olmanın ön koşuludur. Burada örnekleri artırmak, çeşitlendirmek kolaydır. Konumuz sanat, edebiyat ve sanal alem olunca, “Sanal alem ahlakımızı bozmasın” diyorum. Amaç ne olursa olsun, sanatçı duruşunu yaşantımızın her alanında uygulayalım. Bu davranış biçimini göstermeyenlere veya bu davranış biçiminde ısrar edenlere ise Ziya Paşa’nın bir deyişini hatırlatmak istiyorum: “Nush (nasihat) ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” Sanat ve edebiyatta etik ilkelere uymayanların sonu; çekirge gibi bir sıçrayacaklar, iki sıçrayacaklar, çok mesafe kat ettiklerini sanırken, yakalanacaklar ve hiç kuşkusuz ki amaçladıkları hedefe bir türlü ulaşamayacaklardır. Çok kısa bir zaman sonra bu davranış bozukluklarını tekrarlayanlar, teşhir edilecekler veya meslekten uzaklaşmak durumunda kalacaklardır.

.................... OSMAN YAVUZ İNAL

Photobucket

23. 04. 2009